Fosil Yakıtların İklim Üzerindeki Etkileri ve Türkiye’nin Durumu
AA’nın fosil yakıtlarla ilgili dosya haberinin ikinci bölümünde, fosil yakıtların sıcaklıklar üzerindeki etkileri, Türkiye’deki fosil yakıt tüketim verileri ve bu tüketimin azaltılmasına yönelik yürütülen çalışmalar detaylandırıldı. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) tarafından açıklanan sera gazı emisyonu istatistiklerine göre, 2021 yılında 572 milyon ton karbondioksit eşdeğeri emisyon kaydedilirken, 2022’de bu rakam yüzde 2,4 oranında azalarak 558,3 milyon ton karbondioksit eşdeğerine geriledi. Kişi başına düşen toplam sera gazı emisyonu 2021 yılında 6,8 ton karbondioksit eşdeğeri iken, 2022’de 6,6 ton karbondioksit eşdeğeri olarak hesaplandı.
Sera gazı emisyonlarının 2022 yılındaki dağılımına bakıldığında, ilk sırada yüzde 79,1 ile karbondioksit, ikinci sırada yüzde 12,9 ile metan, üçüncü sırada ise yüzde 6,1 ile nitröz oksit yer alıyor. Toplam sera gazı emisyonları içinde, 2022’de karbondioksit eşdeğeri olarak en büyük pay, yüzde 71,8 ile enerji kaynaklı emisyonlardan gelirken, bunu sırasıyla yüzde 12,8 ile tarım, yüzde 12,5 ile endüstriyel işlemler ve ürün kullanımı ve yüzde 2,9 ile atık sektörü takip etti.
Enerji sektöründen kaynaklanan emisyonlar 2022’de bir önceki yıla göre yüzde 1,4 oranında azalarak 400,6 milyon ton karbondioksit eşdeğerine ulaşırken, endüstriyel işlemler ve ürün kullanımı kaynaklı emisyonlar ise yüzde 6,4 azalarak 69,9 milyon ton karbondioksit eşdeğeri olarak ölçüldü. Tarım sektörünün neden olduğu emisyonlar 2022’de bir önceki yıla göre yüzde 5,1 azalarak 71,5 milyon ton karbondioksit eşdeğeri olarak hesaplandı. Ancak, atık sektöründen kaynaklanan emisyonlar bir önceki yıla göre yüzde 5,5 artış göstererek 16,3 milyon ton karbondioksit eşdeğerine ulaştı.
Toplam karbondioksit emisyonlarının 2022’deki dağılımına bakıldığında, yüzde 32,6’sının elektrik ve ısı üretiminden, yüzde 86,6’sının enerjiden, yüzde 13,1’inin endüstriyel işlemler ve ürün kullanımından, yüzde 0,3’ünün ise tarım ve atık sektörlerinden kaynaklandığı görülmektedir. Metan emisyonlarının yüzde 60,5’i tarım, yüzde 19,9’u enerji, yüzde 19,6’sı atık, yüzde 0,02’si ise endüstriyel işlemler ve ürün kullanımından kaynaklanırken, nitröz oksit emisyonlarının yüzde 77,9’u tarımdan, yüzde 11,2’si enerjiden, yüzde 6,2’si atıktan ve yüzde 4,6’sı da endüstriyel işlemler ve ürün kullanımından ortaya çıkmaktadır.
Türkiye’nin iklim değişikliğiyle mücadelede uyguladığı yöntemler ve karbon azaltım politikaları hakkında AA muhabirinin sorularını yanıtlayan İklim Değişikliği Başkanı Prof. Dr. Halil Hasar, iklim değişikliğinin insanlığın karşılaştığı en önemli sorunlardan biri olduğunu vurguladı. Sanayi Devrimi’nden sonra makineleşmenin etkisiyle üretim ve tüketim dengesinin bozulduğunu belirten Hasar, “20. yüzyılın ortalarından itibaren hızla artan sera gazı emisyonları, günümüze kadar dört katından fazla artış gösterdi. Emisyonlar, Kovid-19 salgını sürecinde düşüş yaşamış, ancak hemen ardından tarihin en yüksek seviyesine ulaşmıştır. Emisyonlardaki artışın başlıca nedenleri, küresel ölçekte artan kentleşme ile birlikte endüstriyel ve tarımsal faaliyetlerdeki büyüme ve bu büyüme ile orantılı olarak fosil yakıtlar temelinde enerji kullanımındaki artıştır.” dedi.
Sera Etkisiyle En Sıcak Yıl Yaşandı
Sera gazlarının olumsuz etkileri nedeniyle dünya genelinde sıcaklık artışı yaşandığını ifade eden Hasar, bu ısınmanın mevsimlerin değişmesine ve olağanüstü hava olaylarına sebep olduğunu belirtti. Atmosferdeki sera gazı oranının dörtte üçünün karbondioksitten oluştuğunu aktaran Hasar, “İnsan faaliyetleri sonucu tetiklenen iklim değişikliği, fosil yakıtlara dayalı enerji kullanımı, sanayi ve arazi kullanım faaliyetleri sonucu ortaya çıkan başta karbondioksit ve metan olmak üzere çeşitli gazların atmosferde birikmesiyle sera etkisine yol açmaktadır. Sera etkisi neticesinde 2023 yılı dünya genelinde en sıcak yıl olarak kaydedilmiş ve küresel ortalama sıcaklık sanayileşme öncesi döneme göre 1,45 derece artış göstermiştir.” şeklinde konuştu.
İklim değişikliği nedeniyle farklı ekosistemlerin doğal döngülerinde bozulmalar, biyoçeşitlilik kaybı, deniz seviyelerinin yükselmesi ve aşırı hava olayları gibi olumsuz etkilerin ortaya çıktığını belirten Hasar, “Paris İklim Anlaşması’yla küresel ısınmayı 1,5 derece ile sınırlı tutmayı hedefliyoruz.” dedi. Ayrıca, iklim değişikliği kaynaklı afetlerin toplam doğal afetlerin yüzde 91’ini oluşturduğunu ve Dünya Meteoroloji Örgütünün (WMO) 1970-2019 dönemi verilerine göre kuraklık, fırtına, sel ve aşırı sıcaklık gibi afetlerin en fazla can kaybına yol açanlar arasında yer aldığını söyledi. Son 40 yılda iklim değişikliğinin etkisiyle kuraklık vakalarının iki katına çıktığını ve kuraklığın coğrafi dağılımının genişlediğini bildirdi.
Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) tarafından mevcut politikalara dayalı hazırlanan senaryolarda, 2100 yılına kadar küresel sıcaklık artışının 4,4 dereceyi bulabileceği tahmin edilmektedir. Hasar, “Artık insanlığın yarısı, yılda en az bir kez su sorunu ile doğrudan karşı karşıya kalıyor. Yüksek sıcaklıklar ve şiddetli kuraklık nedeniyle pek çok salgın çok daha hızlı yayılmakta. Ayrıca, sıcaklık artışı su krizini derinleştiriyor ve sağlıklı gıdaya ulaşım günden güne zorlaşmaktadır. IPCC raporlarına göre, iklim değişikliğine bağlı göç, bir uyum sağlama aracı olarak değerlendirilmektedir. Dünya genelinde 4 milyara yakın insan, iklim krizi açısından en kırılgan bölgelerde yaşamaktadır. Bu kadar insanın kitlesel göçü, dünya üzerinde ciddi sonuçlar doğurabilir.” ifadelerini kullandı.
Türkiye’nin Yenilenebilir Enerjideki Gücü Yükselişte
Türkiye’nin Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’ne (BMİDÇS) taraf olarak iklim değişikliği ile mücadelesini hızlandırdığını ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 2053 Net Sıfır Emisyon ve Yeşil Kalkınma Hedefleri’ni açıkladığını hatırlatan Hasar, geçen yıl nisan ayında Türkiye’nin ilk Güncellenmiş Ulusal Katkı Beyanı’nın (NDC) sunulduğunu, Türkiye’nin 2030’a yönelik emisyon azaltım hedefinin yüzde 21’den yüzde 41’e yükseltildiğini dile getirdi.
Türkiye’de ulusal emisyonlarda en büyük payı alan enerji sektöründe, 2002 yılından bu yana yenilenebilir enerji kapasitesinin 5 katından fazla artırılarak 12 gigavattan 64 gigavata yükseltildiğini, toplam elektrik kurulu gücü içinde yenilenebilir enerji payının da yüzde 38’den yüzde 58’e çıkarıldığını vurgulayan Hasar, sözlerine şöyle devam etti: “Güneş enerjisi kurulu gücü son 10 yılda 74 kat artırılarak 0,2 gigavattan 15 gigavata, rüzgar enerjisi kurulu gücü ise 4,5 gigavattan 12,2 gigavata yükseltilmiştir. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde çalışmaları devam eden İklim Kanunu ile ulusal iklim eyleminin yasal altyapısını güçlendirmeyi ve bu kapsamda ilgili kamu kurum ve kuruluşlarının görev ve sorumluluklarını belirlemeyi amaçlamaktayız. Ayrıca, İklim Kanunu ile Türkiye’de bir Ulusal Emisyon Ticaret Sistemi (ETS) kurulması da hedeflenmektedir. Türkiye olarak, 2053 net sıfır hedefimiz doğrultusunda Uzun Dönemli İklim Stratejisi’ni (LTS) hazırlıyoruz ve bu stratejiyi COP29’da Birleşmiş Milletler’e sunacağız.”
KAYNAK: AA