Fotoğraf Sanatçısı Cemil Şahin, Vav, Elif, insan ve fotoğraf sanatı ilişkisini Haber7 için kaleme aldı…
İnsanoğlu, anne karnından doğumuna ve vefatına kadar geçen süreçte hayat, Vav ile başlar, Elif ile devam eder ve doruğa ulaşır; ardından yeniden Vav ile son bulur. Vav ve Elif harflerinin göze hitap eden estetiği ve gücünün yanı sıra, insana derin anlamlar sunan çok özel boyutları vardır. Bu harfler, Allah’ı temsil eder ve O’nun Vahdet sıfatını taşır. İki Vav yan yana geldiğinde, bu durum 66 rakamına tekabül eder; bu da Allah lafzını ifade eder. Bu harfler, mimari sanatın her noktasında kendini gösterir.
Elif harfi, gücü ve zarafeti simgelerken, kul ile Allah arasındaki bağı sembolize eder; kırılmaz ve iç içe geçmiş bir şekil halindedir. Manevi boyutta hareket eden bizler, bu derin anlamları kavrayabildiğimiz ölçüde her yöne yansıtırız. İşte bu güç ve zarafet, Osmanlı döneminde Mimar Sinan ile zirveye ulaşmış, devletin gücünü muhteşem mimari yapılarda taşıdığı zarafet, asaleti ve estetiği ile öne çıkarmıştır. Sanatın her aşamasında, Elif’in taşıdığı güç ve zarafeti görmek mümkündür. Elif ve Vav harfleri, insana huzur veren, derin etkiler bırakan ve camilerimizde, evlerimizde tasarım ve aksesuarlarda sıkça kullanılan simgeler olma özelliğini taşır. Onların sırrını bilenler, ona göre hareket ederler. Özellikle camilerde Vav ve Elif harflerinin gücünü ve estetiğini görmekteyiz. Bu, bizim o esere nasıl bakabileceğimizle alakalıdır; o zaman sanatın içinde gerçek anlamda görebiliriz.
Elif harfi, Allah’ın birliğini ifade ederken, Vav harfi, anne karnındaki cenin pozisyonundaki bir kulu ve secdeye varan edepli bir kulu tasvir eder. Bu iki harf ve anlam birlikte kullanıldığında, “Elif” gibi dik durmayı ve “Vav” gibi secde etmeyi bilen insanlar için güzellikler vardır.
Tasavvuf sanatında “Vav”, kainatı temsil ederken, “Elif” ise kainatın anahtarını simgeler. Mevlana’nın çok güzel iki sözü aklıma geliyor: “İki şey mühimdir; birincisi okyanus gibi bol haysiyet, ikincisi Elif gibi dimdik şahsiyet.” İnsanoğlu ve evrenin yaratılmasında Elif ve Vav’ın sırrı büyüktür. Mevlana diyor ki; “Aşkta tıpkı Elif gibidir. İsminde gizlidir; ama okunmaz. O olmadan da besmele sese gelmez. O her şeyin içindedir; ama hiçbir şeyde görünmez.” Vav hakkında ise; “İnsan Vav şeklinde doğar. Doğrulunca kendini Elif sanır. İnsanoğlu hayatı süresince hep iki büklüm yaşar; oysa en doğru olduğu gün ölür.” İşte asıl gerçekler bunların altında yatar. İnsan, özünü unutmamalıdır. Anne karnında başlayan süreçte insan, Vav şeklindedir; hayata Elif gibi dimdik doğar.
Peki, insanın Elif ve Vav hali mimaride nasıl bir izlenim oluşturur, hiç düşündük mü tasavvuf açısından? Vav hali, insanın anne karnında başlayıp, namaz esnasındaki secde anına kadar devam ederken, insanın kıraat hali ise Elif gibi dimdik ayakta durmayı doğrular. Camilerimize abdest alıp geldiğimiz zaman, Vav haline bürünürüz; içeriye Elif gibi dimdik ayakta gireriz. Orada insan ile mimarinin buluştuğu ana şahitlik ederiz. Cuma namazlarında insan, önce Elif hali ile başlar ve Vav hali ile namazı son bulur. Biz fotoğrafçılar ise o anlara şahitlik eder ve fotoğraflar çekeriz. Fotoğraflar ile her iki harfi aslında belgelemiş oluruz. Mimar Sinan’ın yapılarında bu detayları daha net görebilmekteyiz. Mimari sanata öyle hakim bir vaziyetteki, bu her zaman beni etkilemiştir çekimlerimde. Çünkü o an Allah’ın karşısında Elif gibi dimdik ayakta, huşu içinde namazımızı eda ederken, Vav gibi rüku ve secdeye gittiğimizde de Allah’ın huzurunda teslim oluyoruz. Kuran, “İkra” diye başlar. Oku der. Hep söylerim; camilere sadece namaz kılmak için gelmeyin. Camilerdeki o sanatı görmek, daha iyi anlayabilmek için namaz saatinden önce gelip o muhteşem sanat abidelerini incelemek, nerede ne var, nereye hangi ayetler mesajlar verilmiş, bunları öğrenebilirsek o zaman bizler Elif ve Vav’ın sırrına ermiş oluruz. Ben camilerimizdeki fotoğrafları çekerken daima Elif ve Vav’ın tasavvuftaki sırrını arıyorum; bu amaçla fotoğraflarımı çekiyorum. Hiçbir şey boş değildir; hepsinde birer sır vardır.
Kubbeye çıktığımızda Elif ve Vav’ı çok daha iyi görebilmekteyiz. Sanat içinde sanatı görmek için bakmak ve görmek fiillerini iyi bilmemiz gerekiyor. Kısaca aslında Elif Vav, Allah’ın birliği ve insanın Allah’a kulluğu inancı güveni olduğu için bizler, o inanç ile camilerimizde mimarinin içinde kendimizi bulur, ibadetimizi yaparız. İnsan, hayatı boyunca fiziki olarak “Elif” olarak yaşar; yaşlandıkça tekrar “Vav” gibi iki büklüm hale gelir. Elif ve Vav’a örnek sanatsal fotoğrafları görmekteyiz.
Sanatsal eserlerin çoğunda Vav harfini görüyoruz. Bunun sebebi, Vav’ın estetik ve zarafet olarak dikkat çekici bir görünüme sahip olmasındandır. Selatin Camilerde bu etkileri açık olarak görmekteyiz. Mimar Sinan, bu güçlerden dolayı o muhteşem abidevi yapıları gözler önüne sermiştir. Elif ve Vav’ın etkisini bizlere özellikle minarelere baktığımızda Elif’i temsilen, kubbeden baktığımızda ise Vav’ın etkisini yapılarda görebiliriz. Yeter ki o gözle, o tasavvufi hisle bakmayı bilelim. Ben her gittiğim camilerde, o hisle fotoğraflarımı çekebilmekteyim.
Burada Osmanlı zamanında bir Vav hikayesi meşhurdur; ondan bahsetmeden geçemeyeceğim. Okuyunca Vav’ın hikmetinin ne kadar büyük olduğunu anlayacağız. Rivayet odur ki, Hattat Hafız Osman Efendi bir gün Beşiktaş’tan Üsküdar’a geçmek üzere bir kayığa biner. Kayık, Üsküdar İskelesi’ne yaklaşınca yolcular paralarını çıkarıp ödemeye başlar. Hafız Osman Efendi, cebine bakar ama cüzdanının yanında olmadığını fark eder; haliyle parası da yoktur. Kayıkçıya üzülerek, “Hemşerim, cüzdanımı acele ile evden çıkarken almayı unutmuşum. Buna mukabil sana bir VAV harfi yazayım, olmaz mı?” der. Kayıkçı, hoşnut olmaz çünkü para peşindedir ve söylenir. Çünkü kayıkçı, Hattat Osman Efendi’yi tanımaz; “Madem paran yoktu, niçin bu kayığa bindin? Yazacağın VAV’ı ben ne yapayım?” der. Kayıkçı Vav nedir bilmez; bilse zaten onun hikmetini, himmetini, gücünü öyle hareket etmez. Hafız Osman ise vakur bir şekilde kayıkçıya yazdığı VAV harfinin yol parasını ziyadesiyle karşılayacağını ve daha fazla kazanç elde edeceğini izah eder. Tabii kayıkçı ne anlar Vav’dan ama çaresiz kabul eder. Hattat Osman Efendi’nin yazdığı VAV’ı istemeye istemeye alır cebine koyar. Belli bir zaman sonra bir gün kayıkçının yolu Bedesten’e düşer. Orada birçok yazının bulunduğu bir mezata önüne çıkar. Hemen aklına gelir Hattat Osman’ın yazdığı “Vav”ı oradaki tellala uzatır. İşte asıl VAV’ın önemi buradan sonra başlıyor. Tellal, Hafız Osman’ın VAV’ı diye duyurdukça yazının taliplileri artar. Kıymetini değerini bilen taliplilerle Vav harfinin değeri arttıkça artar ve sonuçta kayıkçının eline öyle bir para geçer ki şaşırır. Ve asıl mesele buradan sonra başlar; bir başka vakit, Hafız Osman Efendi Beşiktaş’tan Üsküdar’a geçecektir. Tefavuk bu aynı kayıkçıya rast gelir. Kayıkçı, Üsküdar İskelesi’ne yaklaşınca Hattat Osman Efendi parasını ödemek üzere ücretini kayıkçıya uzatır. Hattatı tanıyan kayıkçı hemen Osman Efendi’ye şunu söyler; “Hoca efendi para istemez, sen yine bana bir VAV yazıver.” Hafız Osman ise bu sefer kayıkçıya yol parasını uzatarak, “Kayıkçı, O VAV HER ZAMAN YAZILMAZ; sen paranı al,” der. Buradan çok büyük ders çıkarmalıyız diye düşünüyorum. Nereye gitsem bu hikaye aklıma gelir; ona göre hareket ederim. Vav ve Elif deyip geçmeyin. Olanda hayır vardır, der arifler, sadıklar, hikmet ehli ulemalarımız, ecdadımız. Allah bizi hakkı hak görüp, doğruyu bulanlardan eylesin inşallah. O VAV her zaman pat diye öyle yazılmaz. İnsanın kalbine yolculuğunda Allah ihsan eder. İnsana fezy olmalı; koca şairlerimiz, aşıklarımız, sanatkarlarımız, ulemalarımız, bizler hepimiz her an bir şey yazamayız, çekemeyiz, idrak edemeyiz. Bazı saatlerde o anlara mahzar oluruz. Bizler de o muhteşem sanatı, işte o Vav’ın ve Elif’in gücüyle, hikmetiyle Allah’ın lütfuyla gözler önüne seriyoruz. Necip Fazıl Kısakürek’in şu sözleriyle tamamlamak istiyorum: “Ey Rabbim! Sen aşkı Elif gibi dik tutarsın da ben Vav gibi eğilmem mi yollarında.”
Sözün bittiği yer. En derin sevgi ve saygıyla.
KAYNAK: HABER7
İlk yorum yapan olun